Nurhayat BEYHAN'ı Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
SDB’li bir yoldaşı
anlatıyor:
Kanımızla bir kez
daha yazıyordu UMUDU
Esma ve Sıddık ve Güven
yoldaşların şehit düştükleri gün Nurhayat'la sokakta kalmıştık. O günü dışarıda
geçirip ertesi gün İstanbul'a dönecektik. Akşam Adana'nın dışına çıkıp, sakin
ve denetimi olmayan bir yer bulduk. İkimiz de yoldaşımızı kaybetmenin verdiği
bir hüzün vardı. Saatleri, sabaha kadar konuşarak geçirdik. Nurhayat bu
konuşmalarda, sürekli bunun hesabını soracağımızı, kendisinin de Esma gibi
olmak istediğini söylüyordu. Sabah yola çıktık. Günlük gazeteleri aldığımızda
yoldaşlarımızın kanlarıyla duvarlara inançlarını, kavgalarını yazmaları bizi
biraz daha kinlendirmişti.
Daha sonra birliğimiz
İstanbul'a gelmişti. Bu süre içerisinde Nurhayat'la düzenli randevulaşıyor,
tekrar görev yerlerimiz için istihdam edilmeyi bekliyorduk. Her ikimizde de
yoldaşlarımızı kaybetmenin üzüntüsü büyüktü. Ama öfkemiz alabildiğine büyümüş,
bir an önce göreve başlayıp hesap sormak ateşiyle yanıyorduk. Kısa bir süre
sonra sorumlu yoldaşımız son kez Nurhayat'la randevu yapacağımızı bildirmişti.
O gün buluştuğumuzda her ikimiz de bir daha birbirimizi görememe durumunun da
olabileceğini biliyorduk. Onun için saatlerin geçmesini istemiyorduk. Ve
ayrılık saati gelmişti. Nurhayat "unutma,
Esma nasıl çatışarak, duvarlara kanlarıyla umudumuzu yazdıysa, ben de onun gibi
olacağım, bu geleneği devam ettireceğim" dedi. Son kez kucaklaşarak
birbirimizden ayrıldık.
Bir süre sonra Nurhayat'ın
Ankara'da çatışarak şehit düştüğünü öğrendim. Nurhayat sözünü tutmuş, Esma'nın
yarattığı geleneği bir kez daha yaşatmıştı.
Evet, "esir düşmek değil"
mesele.
O, kanımızla bir kez daha
yazıyordu UMUDU.
Yoldaşımızı saygıyla anıyor,
özlemimi her geçen gün büyütüyorum.
Umutluyum yoldaşlar
Dağların doruklarındaki
halaydan
Kızıl çiçeklerden
Bahardan ve yazdan umutluyum
ben.
***
Yaşadığımız Vatan
Dergisi'nde Yayınlanan
«Bizim Kadınlarımız»
Adlı Yazı Dizisinin Nurhayat Beyhan'la
ilgili bölümüdür:
ABİSİNE
DEVRİMCİLİĞİ BIRAKTIRMAK İÇİN
YOLA ÇIKTI, KENDİSİ
DEVRİMCİ OLDU
Nurhayat ailesiyle birlikte
Manisa’da oturuyordu. Abisi İstanbul’daydı, orada çalışıyordu. Bir zaman sonra
abisinin devrimci mücadeleye katıldığını öğrendiler. Ailenin isteği, ne yapıp
edip oğullarını bu işten caydırmaktı.
Aileden biri istanbul’a
gidecek, kendisiyle konuşacak, alıp Manisa’ya geri getirecekti. Bu görevi
Nurhayat üstlendi. Bu konuda kendisine oldukça güveniyordu.
Nurhayat tuğla fabrikasında
çalışıyordu. İzin alıp İstanbul’a gitti. Çok sevdiği abisini girdiği bu “çıkmaz
yol”dan, daha işin başındayken çekip alacaktı. Abisine dili döndüğünce bu işin “tehlikeleri”ni,
“zararları”nı anlatmaya çabaladı. Ama işler hiç de Nurhayat’ın düşündüğü gibi
gitmedi. Abisinin yanına gittiğinde yeni insanları, yeni ilişkileri,
dostlukları görüyor, imreniyordu onlara.
Aslında bulduğu bu dünya hiç de
yabancı değildi Nurhayat’a. O bir emekçiydi. Gencecik yaşında tuğla
fabrikalarında kiremit tozları arasında emek harcayıp, emeğinin karşılığını
alamamanın acısını hissediyordu iliklerine kadar. Kendi hayalleri de bu
insanlarınkinden farklı değildi.
Bir zaman sonra Nurhayat,
çeşitli demokratik kurumlara ve Ortaköy Kültür Merkezi’ne gitmeye başladı.
Devrimcileri tanıdıkça Nurhayat da değişiyordu. Abisine mücadeleyi bıraktırmak
için gelmişti ama kendisi örgütlenmiş, mücadeleye gönül veren biri oluvermişti.
Nereden nereye...
Bunu yoldaşlarına anlatırken
espriyle “ben” diyordu, “aileme ihanet ettim”...
*
16-17 Nisan katliamının
yaşandığı günlerde Nurhayat sokakta kalmıştı. Zorunlu olarak akrabalarının
evine gitti. Bunu haber alan babası, alelacele istanbul’a geldi. Nurhayat’ı
mücadeleden vazgeçirmek için günlerce konuştu. Kendisine ev, iş, araba sözü
veriyordu. Ama ikna edemediğini görünce bu kez Nurhayat’ı eve hapsetti.
Telefonla bile görüştürmüyordu. Nurhayat yakaladığı ilk fırsattan yararlanarak
evden kaçtı. Yine soluğu yoldaşlarının yanında aldı.
*
Bir kez de yine Adana’da iken
böyle sokakta kalacaktı. O gün kaldıkları bölgeye girdiklerinde, çok yoğun bir
kuşatma vardı. Anladılar ki, yoldaşlarının kaldığı eve yönelik operasyon olmuş,
Esma, Güven ve Sıddık katledilmişti.
İlk yapmaları gereken operasyon
bölgesinin dışına çıkmaktı. Nurhayat ve yoldaşları denetimden çıkarak şehir
dışına ulaştılar. Geceyi sokakta geçireceklerdi. Nurhayat’ın gözüne karanlıkta
zar zor seçilebilen bir inşaat ilişti. Çevreyi kontrol edip boş inşaata
girdiler. Dışarıyı görebilecekleri bir yere oturdular. Sabaha az kalmıştı.
Aralıksız sohbet ettiler.
Nurhayat yüreğine
sığdıramıyordu öfkesini. Esma’yı anlatıyordu. Aynı kavganın zorluklarını,
güzelliklerini paylaşmışlardı. Güven’i düşündü. Birlik içinde yaşı en küçük
olan yoldaşlarıydı. “Doğruyu savunmanın yaşı olmaz” deyişini hatırladı. Sabaha
kadar bıkmadan anlattı onları.
*
Nurhayat, Eyüphan ve Arslan,
Ankara’daydılar 92’nin 13 Ağustos’unda. O gün saat 3.30’da eve doğru açılan
ateşle uyandılar.
Nurhayat, Eyüphan ve Arslan
silah seslerinin ardından birbirlerine baktılar. Biraz sonra şehit
düşeceklerdi. Üçü de bunu biliyorlardı. Bir an gözü Eyüphan’a takıldı. Daha bir
kaç ay önce Esma’yla birlikteydi. Şimdi ise aynı üste Eyüphan’la...
5 saat boyunca direndiler.
Saatler 8.30’u gösterirken ortalığı sessizlik kapladı. Ölüm mangalarındakiler
naralar atarak içeri girdiğinde Adana’daki o manzarayla karşılaştılar yine. Duvara
yine o korktukları iki kelime, kanla, yazılıydı.
(Yukarıdaki yazı,
Yaşadığımız Vatan dergisinin 5 Mart 2001 tarihli, 80. Sayısında
yayınlanmıştır.)